Üzülme!
Üzülebiliyorsan bir kalbin var demektir. Kalpsizler üzül(e)mezler ki.
Ne mutlu sana ki, üzülebiliyorsun. Dokunan var demek ki kalbine. Ya
dokunulmasaydı kalbine. Ya hüznün gönül toprağını karmasına izin verilmeseydi.
Demek ki gözden çıkarılmadın. Demek ki sen hâlâ bir umut
tarlasısın.
Üzülme!
Üzülüyorsan, Biri var ki cılız varlığını düştüğü
çamurdan kaldırmak istiyor. Onun için dokunuyor kalbine. Kıymetini bil ki,
üzmeye değer görüyor seni. Hüzünlerin kalbinin toprağını allak bullak ediyorsa,
sen ekilmeye layık bir topraksın demektir. Kaygıların vuruşuyla tuz buz oluyorsa
taş katılığında büyüttüğün güvencelerin, yarılan göğsüne umut fidanları
dikiliyor demektir.
Üzülme!
Yüzün yerde geziyorsan, ellerin boynuna
sarılı ise, içini ısıtacak haberlerin mürekkebi damlıyor olmalı ömrünün
defterine. Kar yağıyorsa güvendiğin dağlara, yarının ovalarında rengârenk
çiçeklerin olacak demektir. Hırçın fırtınalar sarsıyorsa sevinçlerinin
zirvesini, rüzgârlar dövüyorsa umudunun yamaçlarını, bir yüce dağsın sen demek
ki, az bekle, eteğinden serin pınarlar akmaya başlayacak demek
ki…
Üzülme!
Üzülüyorsan, şımaramazsın. Kibrin kirli tuzağına
düşemezsin. Kendini beğenmişliğin çamuruna dolaşmaz ayakların. Uzak geçersin
isyanlı yollardan. Heveslerinin ardı sıra düşüp nisyan uçurumlarının başına
sürüklenmezsin. Seni Biri yakınlığına çağırıyor demek ki… Gözden çıkarmamış
olmalı seni.
Üzülme!
Üzülüyorsan, bir kutlu teselli kapısının önünde
bekletiliyorsun demektir. Gözlerini kaldır vefasız dünyanın eşiğinden. Gönlünün
elinden çıkar sebeplerin boş avuntularını. Umudunu kes sahte doymalardan.
Yüreğini küstür coşkulardan. Kapı açıldı açılıyor
demektir.
Üzülme!
Üzülüyorsan, kaybedeceğin bir şeyler var demek ki…
Kaybedeceği bir şeyi olanlar çoktan kazanmışlardır. Eline geçmeyenleri saymakla
tüketme nefesini, elindekileri saymaya başla. Hepsini saysan bile, nefesini
saymaya nefesin yetmeyecek demektir. Bak işte zenginsin.
Üzülme! Seni bir
“İşiten” var. Seni, senin kendini bile sevmenden önce O sevdi. Senin kendini
bile bilmediğin unutuş kuyularından çekip çıkardı seni. Çektiğin acılara habire
meşgul çalan telefonlar gibi kör ve sağır değil O. Yüreğinin her yangınına O
yetişiyor. Ayrılıklarına ve sıkıntılarına metal soğukluğundaki plazalar gibi
umursamaz değil O. Yitirdiklerinin hepsini sana iade edeceğine söz veriyor.
Sevdalarına ve özlemlerine çok seçenekli sınav kâğıtları gibi tatsız ve tuzsuz
formüller sunmuyor. Seni herkesten çok anlıyor, seni senin kendini düşündüğünden
çok düşünüyor. Gözyaşlarınla imzalayasın istiyor yakarışlarını. Bir ebedî
çerçevenin içinde, gösterişsiz bir kullukla fotoğraflamak istiyor seni. Dağılıp
giden ömür kırıntılarının arasından sıcacık bir kardelen ümidi devşiresin
istiyor. Keyfinin çatlak kabuklarının arasından sonsuz teselli pınarları akıtmak
istiyor.
Üzülme!
Varlığının tenine çiziktir her hüzün. Varlığından
haber verir üzüntün. Hatırlar mısın, bir zamanlar hatırlanmaya değer bir şey
bile değildin. Hiç umursanmadan çöpe atılabilecek kirli bir su iken sen, yüzüne
bir tek O baktı. Kimselerin arayıp sormadığı, önemseyip adını bir kenara
yazmadığı o günlerde, Senin adını ilk O andı. Hatırını bildi. Seni yanına aldı.
Hep yanında oldu. Sen seni unutup da başını yastığa koyduğunda bile, seni her
defasında sabaha çıkardı. Sen Onu defalarca unuttun ama O seni asla
unutmadı.
Üzülme!
O’nun en sevdiği kulu da yalnız kaldı. Taşlandı.
Sürüldü. Yaralandı. Aç susuz kaldı. Yuvasına uzaktan göz yaşları içinde baktı.
Mağarada yapayalnız ve korunmasızdı. Senin gibi üzülen yol arkadaşına sonsuz
müjdeler veren tebessümüyle fısıldadı: “Lâ tahzen, innAllahe
meânâ.”
Üzülme!
Kaldır yüzünü yerden. Omuzlarından sarsıp kendine
getirmek istiyor seni Sevgili. “Rabbin sana küsmedi ki…” Gözlerinin içine içine
bak sevdiklerinin. “Rabbin seni unutup yalnız bırakmadı ki…”
Senai Demirci